ÖZEL HABER - İLKNUR HAYLAZ
Suriye’deki iç savaş, 2011 yılında başladığından bu yana birçok farklı evreden geçti ve hala sona ermiş değil. Esad yönetimi, büyük ölçüde Rusya, İran ve Hizbullah gibi güçlü müttefiklerin desteğiyle rejiminin gücünü kaybetmemeyi başardı. Ancak, savaşın sona erdiği söylenemez; bölgedeki çatışmalar devam etmekte ve bu durum, savaşın ne denli karmaşık bir hal aldığını gösteriyor.
CİHATÇI ÖRGÜTLERİN HALEP'E SALDIRISI
27 Kasım 2024’te, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki cihatçı gruplar, Türkiye sınırındaki İdlib bölgesinden Halep’e yönelik büyük bir saldırı başlattı. Halep, Suriye’nin ikinci büyük kenti ve eski ticaret merkezi olarak büyük stratejik öneme sahipti. Saldırının amacı, Suriye hükümetinin kontrolündeki şehir merkezine girmeyi sağlamak ve bölgedeki denklemleri değiştirmekti.
HALEP'E GİRİŞ VE GELİŞEN DURUM
29 Kasım 2024 itibariyle, cihatçı gruplar Halep şehir merkezine girmeyi başardı. Bu, Suriye hükümetine yönelik son yıllarda gerçekleştirilen en büyük saldırılardan biri olarak kaydedildi. HTŞ'nin liderliğindeki bu operasyon, “Fethul Mubin” adıyla duyuruldu. Saldırılar, Türkiye’nin desteklediği grupların Suriye’nin kuzeyindeki etkisinin arttığını gösteriyor.
HALEP, SURİYE'NİN TİCARET VE EKONOMİ MERKEZİ
Halep, Suriye'nin en büyük ikinci şehri olup tarihsel olarak ülkenin ticaret merkeziydi. Şehir, Suriye'nin kuzeyindeki önemli bir ekonomik merkez olarak, iç pazarlar ve dış ticaret için kritik bir konumda yer almaktadır. Ayrıca, Halep, Suriye’nin zengin tarım alanlarının bulunduğu ve birçok ticaret yolunun kesişim noktasında bulunarak şehri Suriye'nin endüstriyel ve ticari kalbi haline getirmiştir.
ASKERİ VE ÇOĞRAFİ KONUM: HALEP'İN STRATEJİK ÖNEMİ
Halep, Suriye’nin kuzeyinde ve Türkiye sınırına yakın bir konumda yer almaktadır. Bu stratejik konum, şehri askeri açıdan son derece önemli kılmaktadır. Halep, Türkiye’ye giden kara yolunun üzerinde bulunuyor ve birçok farklı askeri güç için lojistik açıdan kritik bir yer teşkil etmektedir. Ayrıca, Halep, Suriye’nin kuzey bölgesinin ve diğer büyük şehirlere, özellikle Şam’a giden ana yolları kontrol etme açısından da büyük öneme sahiptir.
HALEP KALESİ'NİN ELE GEÇİRİLMESİ VE TÜRKİYE'NİN ROLÜ
Halep Kalesi'nin isyancılar tarafından ele geçirilmesi, bölgedeki siyasi dengeleri değiştiren bir gelişme oldu. Türkiye’nin bu gruplara verdiği destek ve bölgede kurduğu askeri üslerin etkisiyle bu tür gelişmeler yaşandı. Türkiye'nin Soçi, Astana ve Moskova mutabakatlarındaki taahhütlerine rağmen, HTŞ ve diğer isyancı grupların ilerlemesine göz yumulması, Rusya ve İran basını tarafından ciddi şekilde eleştirildi. Bu durum, Türkiye’nin uluslararası alanda güvenilirliğini sorgulayan yorumlara yol açtı. Rusya, cihatçı grupların ilerlemesine karşılık vermek için hava saldırıları düzenleyerek Suriye’deki askeri operasyonlarını sürdürdü. Ancak, Ukrayna’daki savaştan dolayı askeri gücünün büyük kısmını oraya yönlendiren Rusya, Suriye’deki etkisini sınırlı tutmak zorunda kaldı. İran ve Hizbullah’a gelirsek de Esad rejimiyle birlikte Suriye’deki savaşta yer almakta, ancak İsrail’in Orta Doğu’daki stratejik hamleleriyle zayıflamış durumda. Bu durum, bölgedeki denklemleri daha da karmaşık hale getirdi.
BÖLGESEL DİNAMİKLER VE TÜRKİYE İLİŞKİSİ
Saldırı, İran ve vekil güçlerinin, Hamas ve Hizbullah gibi grupların başka bölgelerde çatışmaya devam ettiği bir dönemde gerçekleşti. İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a, Gazze’de de Hamas’a karşı yürüttüğü saldırılar, İran destekli grupların kaynaklarını zorlamış durumdadır. Ayrıca, Rusya’nın Ukrayna’daki savaşa odaklanması, Suriye’deki hareketlerini de sınırlamıştır.
Türkiye’nin, saldırıya katılan bazı isyancı grupları desteklediği bir gerçek olmakla birlikte, çatışmaların artmasıyla oluşabilecek yeni bir büyük göç dalgasının en çok Türkiye’yi etkilemesi beklenmektedir. İdlib’de, Hatay sınırına bitişik bir bölgede 6 milyondan fazla insan yaşamaktadır ve Suriye iç savaşında Rusya destekli hükümet güçleri tarafından çevrelenen pek çok cihatçı grubun, yapılan anlaşmalarla bu bölgeye taşındığı bilinmektedir.
GÖÇ VE YERİNDEN EDİLME: SURİYE İÇ SAVAŞIN YIKICI SONUÇLARI
Şiddet, bölgesel dinamikler üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurabilecek bir potansiyel taşımaktadır. Uluslararası Kurtarma Komitesi, son dönemde 7 bin ailenin yerinden edildiğini tahmin etmektedir. Bu durum, çatışmaların şiddetlenmesiyle daha da büyüyen bir insani kriz anlamına gelmektedir.
TÜRKİYE'NİN SURİYE POLİTİKASI: GÜVENLİK Mİ, SİYASİ HESAPLAR MI?
Suriye'deki savaşın yeniden şiddetlenmesi, bölgesel güvenlik dengelerini bir kez daha alt üst etti. Bu bağlamda, Türkiye'nin Suriye'ye yönelik tutumu, özellikle son yıllarda, büyük bir dikkatle izleniyor. Türkiye, güvenlik kaygıları ve sınır bölgesindeki tehditleri gerekçe göstererek Suriye'nin kuzeyine yönelik operasyonlarını artırdı. Ancak, bu stratejinin ne kadar yerinde olduğu ve uzun vadede Türkiye’ye ne gibi siyasi ve insani durumlar doğuracağı sorusu, pek çok uzman ve siyasetçi tarafından sorgulanıyor.
Türkiye’nin Suriye’deki temel amacı, PYD ve PKK unsurlarını etkisiz hale getirmek olsa da, bu amacın bazen bölgedeki genel durumu daha da karmaşık hale getirdiği söylenebilir. Türkiye’nin askeri operasyonları, yalnızca terörist unsurların etkisiz hale getirilmesini değil, aynı zamanda Suriye’deki güç dengesini değiştirmeye yönelik adımlar da atılmaktadır. Ancak, Suriye’deki iç savaşın karmaşıklığı göz önüne alındığında, Türkiye’nin bu hamlelerinin ne kadar uzun vadeli bir çözüm sunduğu tartışmalı. Bölgedeki güç mücadelelerine katılmak, sadece Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermiyor; aksine, bölgedeki diğer aktörlerle ilişkilerde de gerilim yaratıyor.
Suriye’nin kuzeyindeki askeri varlık, Türkiye’yi zor bir diplomatik durumla karşı karşıya bırakıyor. ABD ve Rusya gibi küresel aktörlerin Suriye’deki çıkarları, Türkiye’nin bağımsız ve uzun vadeli bir strateji izlemesini zorlaştırıyor. Özellikle Suriye’deki çatışmanın çözülmesine dair uluslararası bir yaklaşım geliştirmek yerine, Türkiye zaman zaman tek taraflı adımlar atıyor. Bu durum, uluslararası camianın Türkiye’nin stratejilerine karşı mesafeli bir tutum sergilemesine yol açıyor. Ayrıca, bölgede kontrol edilen alanlarda Suriye halkının yaşadığı insani kriz ve göçmen sorunları, Türkiye’nin bu politikalarına karşı iç ve dış eleştirileri artırıyor.
Diğer taraftan, Türkiye’nin Suriye politikasını sadece güvenlik odaklı görmek de eksik bir yaklaşım olur. Türkiye, aynı zamanda Suriye’deki insani dramla da yakından ilgileniyor. Suriyeli mülteciler meselesi, Türkiye için büyük bir yük oluşturmuşken, Suriye’nin yeniden inşası ve bölgesel istikrar için Türkiye’nin sağladığı yardımlar önemlidir. Ancak, bu yardımlar ve insani politikaların uzun vadeli bir çözüm için yeterli olup olmayacağı, sorgulanması gereken bir başka sorudur.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Suriye politikası hem övgüyü hem de eleştiriyi hak eden bir konu. Güvenlik kaygıları, Suriye’nin kuzeyindeki terör unsurlarına karşı alınan önlemler elbette anlaşılabilir. Ancak, bu stratejinin insani sonuçları, bölgesel istikrarı ne derece pekiştirdiği ve uluslararası ilişkilerde yarattığı gerilimler, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarına ne kadar hizmet ettiği konusunda soru işaretleri doğurmaktadır.