Doğduğu günden beri tek kelime etmeden dünyaya sessizce bakan, bakarken dayanamayıp ağlayan, ağlarken de gözlerinden gözyaşı yerine irili ufaklı taşlar döken güzeller güzeli bir kızın hikâyesi.

Beni Kör Kuyularda

Hasan Ali Toptaş

Everest Yayınları syf: 240, Basım Tarihi: 2020,

Hasan Ali Toptaş, 1958 yılında Denizli’nin Çal ilçesinde doğdu. İlk öykü kitabı "Bir Gülüşün Kimliği" 1987’de, ikinci öykü kitabı "Yoklar Fısıltısı" 1990’da yayımlandı. "Ölü Zaman Gezginleri" adlı öykü dosyasıyla 1992 yılında Çankaya Belediyesi ile Damar edebiyat dergisinin düzenlediği yarışmada birincilik ödülü aldı. Aynı yıl "Sonsuzluğa Nokta" adlı yayımlanmamış romanıyla Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği yarışmada mansiyon aldı ve Sonsuzluğa Nokta Kültür Bakanlığı tarafından yayımlandı. 1994’te "Gölgesizler" adlı yayımlanmamış romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü, 2016'da ''Kuşlar Yasına Gider'' Romanıyla Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü'nü aldı. "Bin Hüzünlü Haz" adlı romanı ise 1999 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü. Yazarın ayrıca "Yalnızlıklar" adlı şiirsel metinlerden oluşan bir kitabı, "Kayıp Hayaller Kitabı" adlı bir romanı, "Ben Bir Gürgen Dalıyım" adlı bir çocuk romanı vardır.

Dönüşüm: Çünkü insanın yaşamı, ya özgür olmaktır ya da hiç olmamaktır... Dönüşüm: Çünkü insanın yaşamı, ya özgür olmaktır ya da hiç olmamaktır...

Kitaptaki Halil karakteri bazı bölümlerde okurun kendisi, bazı zamanlarda anlatıcının okura seslendiği kişidir. Bir ayağı zamanın dışındaymış gibi görünen, tuhaf biriydi bu adam. Kalabalığı sevmez, sanki onu orta yere sürükleyip içine alacak, sanki linç edilecekmiş gibi paniğe kapılırdı. Korku dolu gözlerle fıldır fıldır sağa sola bakardı. Okur da böyledir, kitap okurken kalabalığı sevmez, kalabalıkta ürperir ve dikkati dağılır, Halil’in kalabalıktan kaçmak için verdiği tepki okur için de geçerlidir. Güldiyar bir gün babasına öğle yemeğini götürmek için evden çıkar ve döndüğünde hızla odasına geçer. Annesi onun bu halini görünce telaşlanır ve neler olduğunu öğrenmeye çalışır. Kız ağzını bıçak açmaz, sanki dikenleri içine doğru büyümektedir de, bunun verdiği acıyla gözlerinden yaş değil taş akmaya başlar. Evet taş. Güldiyar’ın başına geleni herkes duyar ve görmek ister. Dökülen taşları görebilmek için itişip kalkışanları, onları hale yola sokmaya çalışan Nedim’in adamlarını, listeleri, toplanan paraları, isimleri okununca sevinip evin içine koşan insanları ve bir alçalıp bir yükselen uğultuyu seyretmekte Halil’i bir müddet sonra yoruyordu.  Bir okur içinde okuma serüvenin aşağı yukarı böyledir. Bu kısımlar Halil’in okura benzetildiği kısımlardır. Halil kimi zaman da anlatıcının okuru uyardığı seslerden biridir. İki şekilde uyarır Halil okuru: İlki, okurun okuduğu şeyin bir kurgu olduğunu ve sadece kurgunun gerçekliğine inanması gerektiğidir. Metnin bir bölümünde Halil donmuştur. Ama hava insanı donduracak derecede soğuk değildir okura okuduklarının bir kurgu olduğunu hatırlatma ifadeleridir. Zira okur kendi dünyasında yaşamalıdır çünkü önündeki metin kurgudur. Yazar Halil’i ikinci olarak okura seçim yapması için kullanır: “Ben kötülük edenle kötülüğe maruz kalana aynı yüz ifadesiyle bakamam, her ikisine de gülümseyemem diyorum size. Bunu yaparsam o zaman da kendi yüzüme bakamam diyorum. Hepsi bu kadar, başka bir şey dediğim yok. Sizin mideniz kaldırıyorsa, kötülük edene de kötülüğe maruz kalana da aynı şekilde devam edebilirisiniz, işin o yanı beni ilgilendirmiyor.” Okur kararını belki de kitabın başından vermiştir. Kararsız olan okur için de artık kendi tarafını seçme zamanını gelmiştir. Kötülük tarafında mı olacak yoksa kötülüğe maruz kalan tarafta mı? Ben söyleyeyim, her zaman kötülüğe maruz kalan taraftayız. Hep öyleyizdir zaten!

Uzakta, bilinmez bir yerde değil, Ankara’da geçer roman. Hatta Ankara’da geçtiği yer bile neredeyse bellidir. Karakterlerden ikisi şehre yeni gelmiştir. Birisi Güldiyar’ın babası Muzaffer’dir. Şehirde kendilerine ev yapmak için müteahhit ile görüşürler. Müteahhitle beraber Sıhhiye Köprüsü’ne doğru yürürler. Tabi yer isimleri geçmez. Köprüye geldiklerinde Ulus yönündeki sağ taraftaki ilk merdivenlerden köprüye çıkarlar. Çıktıkları yöne giden dolmuşlar Mamak, Natoyolu, Kayaş dolmuşlarıdır. Birisine binerler ve şehirden çok uzaklara giderler. Kitapta bir de dereden söz edilir. O dere de muhtemelen Hatip Çayı’dır. Söylediğim istikametlerden dolanarak akar bu dere. Olayın geçtiği yer de genelde eğimli, bayır bir yerdir. Gerçekten de Ankara’nın Ege Mahallesi, Natoyolu, Kayaş gibi yerleri yüksek yerlerdir. Bunların dışında bize verilen en büyük ipucu Hüseyin Gazi Türbesi’dir. Bu türbe kitaptaki bir berberin evinden gözükür. Yani anlaşılan kitap Kayaş ve Karapürçek arasında bir köyde geçmektedir. Yerin bu kadar açık anlatılması nedendir düşünmedim ama coğrafi özelliklerin bu kadar iyi bir şekilde araştırılması ya da görülmesi bence takdire şayan. Mümkün olan tüm mümkünlerin kıyısında edebiyatın başlayan ama bitmeyen öykülerinden birisi daha. Öykü asla bitmiyor, farklı bir şekilde kendini tekrar ediyor. Keşke sadece öyküler bitmeseydi. Maalesef bu ülkede cahillik de bitmiyor her şey sözde kalıyor. Kimse olayın iç meselesini merak etmiyor, edenler de bir süre sonra susuyor ya da susturuluyor. Güldiyar’ın ağlama sebebi ne; Annesinden başka kimse neredeyse merak etmiyor. Gözlerinden yaş yerine taş akması başına ne geldiğini hep perdeler. Kimse sana ne oldu diye sormaz, gözünden akan taşları merak ederler. Ki bir süre sonra bu ticarete dökülür. Evet, burada eleştirilen şey yaşadığımız çağda tüketim nesnesine dönüşen insanın, kazanma hırsıyla, türdeşlerine neler yaptığını gözler önüne sermektir. Özel yaşamın gizliliği ihlal edilir olmuş, hayatların artık kar-zarar ilişkisiyle yaşandığı dünyada acının sebebini öğrenip deva bulmak değil, acıların izlenmesi daha hoşa gider olmuştur.

 İyi insanlara denk geldiğiniz, kitapların büyüsünden çıkamadığınız, kör kuyulara düşmediğiniz bir yarın diliyorum herkese…

Editör: Havva Yorgancı