İşçi olmak her çağda sorunlarla boğuşmaktır. Kimi zaman baş etmek, kimi zaman boğulmaktır.

Dünya yeniden daralmaya giderken, yükselen gelirler (en azından Türkiye özelinde) değerini kısmen kaybediyor. İnsan olarak kazandıklarımızı vermekten de hoşlanmıyoruz. Hatta sınırsız isteklerimiz artıyor. Sanki şeker yüklemesi yapılmış diyabet hastası gibi, daha fazlası ve daha fazlası diye direniyoruz. Sonra vücudumuz direncini kaybediyor.

Çalkantılar dünyası hiç bitmiyor. Bu sıralarda daha çok ses çıkıyor. Daha çok debdebe. Daha çok patırtı. Bu tabii ki, bir basit alma değil. Bir örnekleme. Bu çalkantıların göbeğinde, acıların merkezinde yer alan işçiler ise ileri attığı adımların daha da artması için çabalıyor. Dünya hayatı da böyle değil mi? “Gel biraz da sen oyalan” dediği gibi ben, sen, o, biz, siz ve hatta onlar zaman geçiriyoruz.

Büyürken hep “büyüyünce ne olacaksın?” sorularıyla her yaşta istisnasız karşılaştığımız ilk 15 yılımız, “hangi mesleği seçeceksin” diye geçen sonraki 10 yılımız ve sonrasında bir şekilde evlenme, çocuk sahibi olma, varsa elimizde kariyer yapma gibi hayallerle dolduruyoruz. Sonra emeklilik gelmiyor. Bakıyoruz ki, bir o kadar daha var önümüzde. Şevkimiz kırılıyor. “Mezarda emeklilik” diye markalıyoruz. Hala geçiş döneminde olduğumuz için bir de yeni sistem mağdurları oluşuyor. EYT – Emeklilikte Yaşa Takılanlar diye gruplaşıyoruz.

Bir zamanlar çok popüler olan, şimdi görece etkisi azalan “kişisel gelişim” kitaplarında severek işini yapma bölümleri hep en çok okunan bölümlerden olmuştur. Çünkü herkes severek işini yapma arzusunda. Ancak, tamamen elediğinizde sadece ’si gerçekten sevdiği işte kendine yer bulabiliyor. Bunun çeşitli sebepleri var elbette. En önemli nedeni ise, eğitimin çok sık değişmesi(ydi). Çünkü, en azından şimdilik eğitimin uzun süre değişmeyeceği, ama evirileceği, dönüşeceği konuşuluyor.

Bu nedenle, şimdi o “kişisel gelişim” kitaplarında yapılacaklar listesinin ilk sırasındaki “bakış açısını değiştir” dönemi olarak adlandırıyorum. İşçiler, emekçiler, ezilenler, yükselenler hepimiz evirilen eğitim düzenine uyum sağlayacak dönüşümü yaşamamız gerekiyor. Önce aynada kendimize çeki düzen vermeli, sonra eşimiz, çocuklarımız, akrabalarımız. İlişkilerimizi düzeltmeli. Daha fazla duygudaşlık geliştirmeye başlamalıyız.

Burada işverenin de bunu yapması lazım ki, işçisinin hakkını yemesin. Alınteri kurumadan versin. Teşvikleri arttırsın. İşçiyi mutlu edecek ortamı sunsun ki, işçi daha mutlu olsun. O zaman, verimliliğin nasıl arttığını göreceksiniz.

Şimdi Y kuşağı işyerlerine geliyor. Çok şey değişecek. Hem işçi olarak, hem işveren olarak hazır mısınız?

Bunu da, bir sonraki yazı da değerlendirelim.