"Haberin İşçisi, İşçi Haber."
İstanbul
Parçalı az bulutlu
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
34,4951 %0.08
36,2443 %-0.33
3.405.605 %4.371
2.960,25 0,85
Ara
İşçi Haber Kültür Sanat Havva Yorgancı'nın kaleminden... Sadık Hidayet: Kör Baykuş

Havva Yorgancı'nın kaleminden... Sadık Hidayet: Kör Baykuş

Eğer okuduğunuz kitaplar üzerine düşünmeyi, sorgulamayı, kitaba farklı bakış açıları getirmeyi, kafa yormayı seviyorsanız bu kitap tam size göre.

Kör Baykuş

Sadık HİDAYET

 

Yapı Kredi Yayınları, syf: 96. Basım Tarihi: 2023. İlk Yayın Tarihi: 1936

 

Sâdık Hidâyet 17 Şubat 1903'te Tahran'da doğdu. Soylu bir ailenin çocuğuydu. Ortaöğrenimini Tahran'da tamamladıktan sonra mühendislik okumak için Belçika'ya gitti. Ancak edebiyata ilgi duyduğundan öğrenimini yarıda bırakarak Paris'e gitti. Orada Fransız dili ve edebiyatını yakından inceleme fırsatı bulan Hidâyet, ilk öykülerini Paris'te yazdı. Dört yıl sonra Tahran'a döndü. 1936'da Hindistan'a giderek Sâsânî Pehlevîsi ve Sanskritçe öğrendi. Budizmi inceledi ve Buda'nın bazı yazılarını Fransızca’ya çevirdi. İran'a döndükten sonra bir süre devlet memurluğu ve tercümanlık yapsa da bu görevlerinde uzun süre çalışamadı. 1950'de tekrar Paris'e giden ve zaman zaman bunalımlar geçiren Hidâyet, 9 Nisan 1951 günü, yine böyle bir bunalım sonrası, kaldığı dairede havagazı ile intihar etti. Sâdık Hidâyet, Seyyid Muhammed Ali Cemalzâde'den sonra, Bozorg Alevî ve Sâdık-ı Çûbek ile birlikte İran edebiyatında modern öykücülüğün kurucularındandır.

Sadık Hidayet kırılgandır, şüphecidir, karamsardır. Gölgesiyle konuşan, duvarlarda hakikatı arayan, eşini sevmekten öldürüp (çok sevdiği ve kıskandığı için öldüren) parçalara ayıran ve gizemli adamlarla, gizemli saatlerde varlığını ve varlıkları sorgulayan bir adam. Ölümcül bir zamanın dakikliğinde ve çaresizliğinde kendini, insanları, eşyaları, gölgeleri, dilleri, dinleri, kadını, kadının bakireliğini, evliliğin emelinde sevgiyi, ruh âlemindeki özünü, davranış ilkelerindeki etikliği, etiklikle vicdan, vicdanla davranış, davranışla hareket kavramlarını anlamaya çalışan ve anladıklarını bir kaygısı olmadan isyanla anlatan bir edebiyat dehasıdır. Sadık Hidayet’in en büyük sorunu, kendisiyle olan kavgasıdır. Bu kavga, bu kitabında kıskançlıkla gelen çaresizliğin, kimsesizliğin varlığında getirdiği aciziyettir. Yazar herkesle kavgalıdır. En çok da kendisiyle. Usta kalemin yaşadıkları, kendi acımasızlığının bir sonucudur. Zira yaşadıklarını ona, hayat ve çevresindeki insanların acımasızlığı öğretmiştir. O da tüm kalbiyle bu acımasızlığa karşı ölümü arzulamıştır. Ve sonunda daha genç denilecek yaştayken intihar etmiştir. Şu cümlelerin gerçekliğine bakar mısınız? “ Sadece ölüm yalan söylemez! Ölüm geldi mi bütün kuruntuları yok eder. Biz ölümün çocuğuyuz. Dünyanın aldatmacalarından bizi ölüm kurtarır. Hayatın içinden bize seslenir, yanına çağırır. İnsanların dillini anlamadığımız yaşlarda, bazen oyun oynarken durakalırsak, sebebi ölümün sesini duymamızdır.” Belki de yazar bu sesi bizden önce duyduğu için ve bizden önce gerçeği anladığı için erkenden ayrıldı aramızdan. Yine anlatıcının ağzından dökülen şu cümleler, hem kitabın kurgusunun ağırlığından hem de yazarın yaşadıklarının bir belgesi ve beklentilerin bir gözlem içinde ele alışının en güzel örneğidir. Her ne kadar sonu hüsran olsa da bizler açısından tam da bu devirin insanların üzerlerine göre biçilmiş bir kaftandır. Bir de yazarın ağzından, anlatıcının yardımıyla insanların ve dünyanın gerçek sahiplerine bakalım, şöyle der: “Dünya artık ne işime yarardı ki? Bu dünya benim için değil bir avuç hayâsız, yüzsüz, dilenci tabiatlı, çokbilmiş, kabadayı, gözü gönlü aç insanların olduğunu hissediyorum. Bunlar dünyaya uyumlu olarak gelmişlerdi; yeryüzünün, gökyüzünün güçlüleri karşısında, kasap dükkânın önünde bir parça et için et için kuyruksallayan aç köpek gibi, dilleniyor, yaltaklanıyordu. ‘’

Sadık Hidayet’in bir diğer özelliği de benzersiz, kurulmamış, yazılmamış, duyulmamış, tüm duyulara hitap eden, bazen isyana bazen de yeniden bazı durumları gözden geçirmeye yardımcı görevi üstlenmesidir. Bunu yaparken de karamsar ve melankolik bir ruh atmosferi içerisinde, yerine göre acımasızca cümle kurması ve bu cümlelerde hakikatı olduğu gibi yüzümüze vurmasıdır. Zaten karısını acımasızca öldürten, yaşlı adamdan şüphelenmeye sevk eden, yanına yardımcı veren ve bu yardımcının acıma hissi altına giren bu ruh halinden meydana gelen cümlelerin gerçekliği değil mi?

Whatsapp Image 2024 06 10 At 12.41.11

Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’u...

Tahmin bile edemeyeceğiniz bir sona sürüklenen, rüzgârda savrulan yaprak gibi ne yöne gideceği belli olmayan, insanı derin düşüncelere sevk eden, ruh üşütücü, soğuk bir roman. Bu soğukluğun verdiği haz, kelimeleri kifayetsiz bırakacak kadar geniş. Kimi zaman nehirlerin denize aktığı gibi akar, kimi zaman ise ince olmasına rağmen ilerleyemezsiniz. Okuduklarınız kalbinize ağır gelir çünkü. Yüreğiniz durgunlaşır, düşünceleriniz ve bildiğiniz her şey sessizleşir. Ölümün soğukluğu tokat gibi çarpar yüzünüze. Kitapta sadece bu ölüm fırtınasının vurucu sesini duyarsınız. Yaşama arzusunun kendisini değil, gölgesini görürsünüz. Romanda her şey zıttıyla var olur. Rüya ve gerçek, ölüm ve varoluş, görmek ve körlük, aşk ve kin iç içedir ve birbirlerini tamamlarlar. "Kör Baykuş’’ isimli kitabın ana konusun görmek olduğunu kitabın isminden de tahmin edebiliyoruz. Baykuş, bilgeliği ve zekâyı simgeler. Aynı zamanda karanlığın içini görme yetisine sahiptir. Baykuşlarda başkalarının göremediklerini görme yeteneği vardır. Aynı zamanda ölümü de temsil ederler. Yazarın kitaba bu ismi koymasının kesinlikle simgesel bir değeri var. Kitapta baykuş dışında göz, gölge, ayna gibi birçok sembol de mevcut. Başta göz üzerinden ilerlerken daha sonra bunun yerini körlük alır. Görme yeteneğine sahip olan, keskin bakışlı o baykuş, görme yetisini kaybeder. Belirli bir kişi kadrosu, zaman, mekân, olay örgüsü yok. Tek bir başkarakterimiz var diğer bütün karakterler de onun etrafında toplanıyor. Bu tarz kitaplar yoruma açık olduğu için, her okuyuşta farklı yorumlar yapabiliriz veya her okuyan farklı anlamlar çıkarabilir. Ben kitabın kahramanının aslında tek bir kişi olduğunu, diğer herkesin anlatıcının, yani başkahramanın birer gölgeleri olduğunu düşünüyorum. Belki de bütün karakterler, aslında başkahramanın zihninin bir yansımasıydı. Zira o sanrılar, halüsinasyonlar, takıntılar, kahkahalar, tekrarlar sağlıklı bir insan zihnine ait olamaz. Roman gerçeküstü, üst kurmaca özellikleri taşıyor. Postmodern roman tekniğine aşina değilseniz, daha çok olay ağırlıklı, klasik kurgulu, popüler kültüre hitap eden romanlar okumayı seviyorsanız bu kitabı pek sevmeyebilirsiniz. Çünkü bu kitap idrak edilmesi ve yorumlaması zor, düşünsel, zihin yoran bir roman. Eğer okuduğunuz kitaplar üzerine düşünmeyi, sorgulamayı, kitaba farklı bakış açıları getirmeyi, kafa yormayı seviyorsanız bu kitap tam size göre. Sadık Hidayet, bu romanında insanın iç dünyasındaki ruhsal sarsıntıları, varoluşsal sancıları akıcı ve şiirsel bir üslupla ele almış.

Havva YORGANCI

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *