Günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası gibi görünen kahvaltı ve öğle yemeği, aslında düşündüğümüz kadar eski bir alışkanlık değil. Sanayi Devrimi’yle birlikte şekillenen bu öğünler, modern hayatın zorunluluklarıyla kültürel hayatımıza dahil olmuş. Biyolog ve sinirbilim uzmanı Sinan Canan’ın anlattığı hikaye, beslenme alışkanlıklarımızın ne kadarının gerçek ihtiyaçlardan, ne kadarının ise öğrenilmiş kültürel dayatmalardan kaynaklandığını sorgulatıyor.
Kahvaltının Kökeni: Kahve Altından Günümüze
Eskiden Osmanlı’da sabahları “kahve altı” denilen küçük atıştırmalıklar tüketilir, asıl yemekler akşam vakti yenirdi. Bugün hala kullandığımız kahvaltı kelimesi, bu gelenekten gelir. Ancak kahvaltının “günün en önemli öğünü” olduğu iddiası, bir alışkanlıktan çok pazarlama harikasıdır. Bu iddia 1940’larda bir mısır gevreği firmasının reklam kampanyasından doğmuş ve zamanla bir mit haline gelmiştir.
Bilimsel bir dayanağı olmamasına rağmen, çocukların kahvaltı etmeden okula gitmemesi gerektiğine dair yaygın inanış, bu sloganla şekillenmiştir. Ancak kahvaltı yapmadan güne başlayan birçok insanın, bedensel ya da zihinsel bir eksiklik yaşamadığı bilinmektedir.
Öğle Yemeği: Fabrika Çarklarının Ara Gazı
Öğle yemeği ise sanayi devriminin yarattığı bir ihtiyaçtan doğdu. Fabrikalarda vardiyalı çalışan işçilerin öğlen kısa bir mola vererek enerjilerini yenilemesi gerektiği düşünülerek, günün ortasında hızlı bir öğün alışkanlığı ortaya çıktı. O döneme kadar Batı’da da bizde de öğle yemeği diye bir kavram yoktu. İnsanlar genelde gün içinde atıştırmalıklarla idare edip akşam yemeklerini beklerdi.
Fabrikalarda iş gücünü artırmak ve işçileri “ara gaz” diyebileceğimiz bol kalorili öğünlerle daha verimli hale getirmek amacıyla icat edilen bu alışkanlık, kısa sürede tüm dünyada standart bir yaşam biçimi haline geldi.
Alışkanlık mı, Dayatma mı?
Sanayi Devrimi hayatımıza öğle yemeğini, pazarlama ise kahvaltıyı soktu. Sinan Canan’ın anlattıkları, yemek kültürümüzün büyük bir kısmının öğrenilmiş alışkanlıklardan ibaret olduğunu gösteriyor. Kahvaltı yapmadığımızda sinirli olmamız ya da öğle yemeği yemediğimizde aç hissetmemiz, biyolojik bir zorunluluktan çok, bize öğretilmiş bir ezberin sonucu.
Bu durum, beslenme alışkanlıklarımızı yeniden düşünmek için bir fırsat sunuyor: Gerçekten ihtiyaçlarımız doğrultusunda mı besleniyoruz, yoksa tarihin ve reklamların şekillendirdiği kültürel kodları mı takip ediyoruz?