Viktorya dönemi (1837-1901) İngiltere’sinde tüberküloz (verem), hem bir hastalık hem de bir toplumsal olgu olarak büyük bir etki yarattı. Bu dönemde, hastalıkla ilgili kültürel algılar, toplumsal normlar ve güzellik anlayışı birleşerek, kadınların hastalığı adeta bir "moda" olarak deneyimlemelerine yol açtı.
Tüberküloz, o dönemde sıkça görülen ve genellikle ölümle sonuçlanan bir hastalık olsa da, birçok kadının gözünde bir tür romantik veya zarif bir imaj yaratıyordu.
GÜZELLİK ANLAYIŞINA TÜBERKÜLOZUN ETKİSİ!
Viktorya dönemi, hem toplumsal hem de bireysel olarak zarafet, incelik ve narinlik gibi özelliklerin öne çıktığı bir zaman dilimiydi. Kadınlar, bu dönemde genellikle zarif ve alımlı bir görünüm elde etmeye çalışıyorlardı. Güzellik anlayışının bir parçası olarak, beyaz tenli olmak çok önemliydi. Porselen gibi beyaz bir cilt, sağlığın ve sosyal statünün bir göstergesi sayılıyordu. Bu da, dışarıda fazla vakit geçirmekten kaçınmak ve sağlıklı olmak yerine zayıf ve solgun bir görüntüye sahip olmak anlamına geliyordu.
Tüberküloz, bu dönemde vücutta solgun bir görünüm ve keskin hatlar yaratmasıyla, bu güzellik anlayışına uyum sağlıyordu. Hastalık nedeniyle vücut zayıflar, cilt soluklaşır ve bazen yüz hatları belirginleşirdi. Kadınlar, bu hastalığın "zarif" etkilerini taklit etmeye başlamak için tüberkülozluymuş gibi davranıyor, zayıf ve solgun bir görüntü için çaba gösteriyorlardı.
TÜBERKÜLOZ MODASI
Viktorya döneminin üst sınıflarına ait bazı kadınlar, özellikle tüberkülozdan muzdarip olanların çekici bulundukları ve bu hastalığın romantize edildiği bir dönemde, hastalığa duydukları hayranlığı açıkça ifade ediyorlardı. Tüberküloz, adeta bir sanat ve edebiyat idealine dönüşmüştü. 19. yüzyılın sonlarına doğru, özellikle şiir ve romanlarda veremli kadınlar, masumiyetin, romantizmin ve zarafetin sembolü olarak yer alıyordu.
Bunun yanı sıra, tüberkülozun fiziksel etkileri de kadınları cezbetmeye başlamıştı. Solgun tenin, derin çökük gözlerin ve zarif bir şekilde kaybolan gülüşlerin oluşturduğu estetik, kadınların "zarif bir hastalık" olarak tanımladığı bu durumu içselleştirmelerine yol açmıştı. Bu estetik, dönemin moda anlayışıyla birleşerek, kadınları hastalıkla güzelleştirmeye teşvik ediyordu.
Kadınlar, veremliymiş gibi görünebilmek için çeşitli kozmetik yöntemlere başvuruyordu. Cilt tonlarını daha soluk gösterecek makyajlar, fazla kilo almamaya dikkat etme, genellikle soğuk ve soluk ortamlarda bulunma, fiziksel zayıflığı zarif bir şekilde göstermek gibi alışkanlıklar yaygınlaşmıştı. Bu "moda" birçok kadının sağlığını ciddi şekilde tehdit etmiş ve hastalığa yol açan unsurları tetikledi.
TÜBERKÜLOZ NASIL ROMANTİZE EDİLDİ?
Tüberkülozun romantize edilmesinde, edebiyatın ve sanatın etkisi büyüktü. Özellikle "romantik hastalık" olarak kabul edilen tüberküloz, şiirlerde, romanlarda ve sanat eserlerinde zarif bir ölümün, melankolinin ve duygusal derinliğin sembolü olarak betimleniyordu. Tüberküloz, bir anlamda genç yaşta hayata veda eden zarif kadınların, aşkın ve trajedinin en yüksek formu olarak romantikleştirilmişti.
Dönemin ünlü edebiyatçıları, tüberkülozlu karakterleri, genellikle nazik, duygusal ve büyüleyici bireyler olarak betimlemişti. Bu da genç kadınları hastalığa bir anlamda hayran bırakmıştı. "Ölümsüz aşk" ve "romantik hastalık" temaları, hastalığın daha fazla çekici hale gelmesine neden olmuştu.
GERÇEKTEN GÜZELLİK UĞRUNA MI?
Bu güzellik uğruna hastalanma durumu, aslında büyük bir yanılsama… Tüberküloz, acı verici bir şekilde ilerleyen, bedenin güçsüzleşmesine ve sonunda ölümle sonuçlanabilen bir hastalık. Ancak, Viktorya döneminin estetik ve kültürel kodları, hastalığın fiziksel etkilerini ve "zarif ölüm" imgelerini cazip hale getirdi. Kadınların sağlıksız bir şekilde zayıf olmaları, solgun cilt tonları ve derin gözler yaratmak için hastalığı içselleştirmeleri, ne yazık ki dönemin toplumsal ve kültürel baskılarının bir sonucuydu. Bu tür bir düşünce tarzı, bugünün anlayışında oldukça tehlikeli ve yanıltıcı.
Sonuç olarak, Viktorya döneminde tüberkülozun romantize edilmesi, hem estetik hem de toplumsal baskıların birleşimiyle, kadınları güzellik uğruna hastalanmaya iten bir "moda" halini almıştır. Bu hastalığın getirdiği zarif görünüm, sağlık ve yaşamla değil, ölümü ve acıyı çağrıştıran bir estetik haline geldi.