İSTANBUL (AA) Anadolu Ajansı (AA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Serdar Karagöz, Azerbaycan'ın Karabağ'daki zaferini "kurucu" bir zafer şeklinde niteleyerek, "Bu birliğin kurulması için bir adımdır. Karabağ zaferi ile birlikte kurumlarımız, medyalarımız, haber ajanslarımız, üniversitelerimiz, akademisyenlerimiz hep birlikte ortak iş yapmanın ve bir zafer elde etmenin hazzını yaşadık. Ve bu bize yeni kapıları açacak." dedi.
Karagöz, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ev sahipliğinde, "Köklü Geçmiş, Güçlü Gelecek" temasıyla düzenlenen "Türk Konseyi Medya Forumu"nda, "Türk Dünyası Olarak Geleceği Kurgulamak" başlıklı panelde yaptığı konuşmada, 18. yüzyıldan beri Türklerin birlik olmaya çalıştıklarını, ülkeleri bazen acının bazen zaferin birleştirdiğini ancak her zaman ortak mücadelenin en çok birleştirdiğini ifade etti.
Karabağ'da ortak bir mücadele verildiğine değinerek, İsmail Gaspıralı'nın "Dilde birlik, idealde birlik, işte birlik" sözüne işaret eden Karagöz, Gaspıralı'nın yaklaşık 100 yıl önce söylemiş olduğu bu sözün, iş ve idealde birlik olarak Karabağ'da görüldüğünü söyledi.
Serdar Karagöz, Karabağ'da Türk dünyasının idealde de işte de birlik olduğunun altını çizerek, "Dilde mümkün olduğunca birlik olmaya çalıştık ama topyekun baktığımız zaman Karabağ, Türk dünyasının son zamanlarda en büyük kazanımlarından biri. Son 50 yıla baktığımızda 1974'te Kıbrıs'ta böyle bir kazanım elde etmiştik. İkinci kazanım ise Karabağ'da oldu. Sadece toprak kazanmadık. Bence Karabağ bir 'kurucu' zaferdir. Bu birliğin kurulması için bir adımdır. Karabağ zaferi ile birlikte kurumlarımız, medyalarımız, haber ajanslarımız, üniversitelerimiz, akademisyenlerimiz hep birlikte ortak iş yapmanın ve bir zafer elde etmenin hazzını yaşadık. Ve bu bize yeni kapıları açacak." diye konuştu.
"Karabağ'ı unutturmamak zorundayız." vurgusu yapan Karagöz, şunları kaydetti:
"Karabağ'ın önemi, sadece askeri bir zafer değil topyekun bizi birbirimize bağlayan muazzam, kurucu bir zaferdir. Karabağ mücadelesi başladığında 44 gün sürdü ama 44 güne gelene kadar şöyle bir süreci ele aldığımızda, dünyada küresel hegemon, Azerbaycan'ın bir haksızlığa uğradığını asla kabul etmedi ve ettirmedi. Batı medyasında, Doğu medyasında Azerbaycan'ın topraklarının işgal altında olduğuna ilişkin öyle büyük büyük yazılar, analizler, söylemler yapılmıyordu. Bunu Türkiye, Azerbaycan ve Türk dünyasından, dünya totaline baktığımızda küçük olarak kabul edeceğimiz bir medya ısrarla 'işgal altındaki topraklar' dedik durduk. Kültürel hegemon karşımızda o kadar güçlüydü ki Azerbaycan, Ermenistan üzerinde bir baskı kurmuş da Azerbaycan bunu dillendirmede bile haksızmış gibi bir imaj üretti yıllarca. İşgalin ilk gününden zafer gününe kadar. Fakat süreç içerisinde medyalarımız ve siyasi gücümüz, siyasi otorite bu anlamda küresel rekabette güçlenince, bu işler sadece askeri anlamda güçlendiğinizde olmuyor, siyasi anlamda da iki güçlü cumhurbaşkanı; Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev çok ciddi bir irade ortaya koyarak, kurumlarını, ordularını, akademisyenlerini bu konuda motive ederek bir süreç başlattılar. Beraberinde biz, güçlenen Türkiye'nin, Azerbaycan'ın ve Türk dünyasının etkisiyle bir mücadelenin içinde kendimizi bulduk."
TRT'nin uluslararası kanallarının, Anadolu Ajansı'nın yayınlarının dünyaya Ermenistan saldırganlığını anlatmaya başladıklarını hatırlatan Karagöz, buradaki bu saldırgan tutumun muhakkak karşılık bulmasına ilişkin bir zemin oluşturulduğunu söyledi.
TRT, TRT World'de ve Anadolu Ajansı'nda Ermenistan'ın saldırılarına dair onlarca haber yapılarak dünyaya geçildiğini belirten Karagöz, "Beraberinde Azerbaycan tarafı artık haklı davasında, kendisini savunmak için ordusuna Türk ordusuyla beraber 'tamam' dediği gün savaşın önemli bir kısmı algısal düzeyde bitmişti. Çünkü bütün dünya Ermenistan agresyonunu kabul etmişti. Ondan sonra da çok stratejik bir planlamayla, burada İletişim Başkanlığımızın yapmış olduğu çalışmaya kesinlikle referans vermemiz gerekiyor, yurt dışından gazeteciler geldi. Yurt dışından gazeteciler bu mücadeleyi Azerbaycan topraklarında takip ettiler. TRT World bütün unsurlarıyla Azerbaycan'da konuşlandı. Anadolu Ajansı bütün enstrümanlarıyla Azerbaycan'da konuşlandı. 44 gün içerisinde yüzlerce, binlerce haber geçildi." bilgisini verdi.
"Zafer, sadece sahada değil iletişimde de kazanıldı"
Karagöz, dünyadaki sayıca en fazla diaspora nüfusunun Ermenistan'da olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti:
"Bu Ermenistan diasporası ekonomik anlamda da dünyanın en güçlü diasporalarından biridir. Merkezi Kaliforniya'da yani kültürel hegemonun tam merkezindedir. Bir diğer şubesi de Fransa'dadır. Bu iki merkezden bir direnç gelmeye başladı uluslararası medyaya. Ama haklı davamızı o kadar stratejik, planlı, programlı tüm dünyaya anlattık ki gelen yabancı gazeteciler gözleriyle olup biteni gördüler. Ermenistan'ın yapmış olduğu zulmü orada gördüler. İşgal altındaki topraklarda yapılan zulmü, hem insanlara karşı hem tarihi dokuya karşı yapılan zulmü fotoğrafladılar ve 44 günün sonunda zafer kazanıldığı gün, dünyada o güçlü Ermeni lobisine rağmen hiçbir itiraz olmadı. Zafer, sadece sahada değil aynı zamanda iletişimde de kazanıldı ve bu iletişimde kazanılan zafer hepimize bir fikir verdi. İlham da verdi. Daha güçlü medya, daha stratejik medya."
Medya stratejik kullanıldığında nasıl sonuç elde edilebileceğinin hem Cemal Kaşıkçı davasında hem de Karabağ zaferinde görüldüğünü aktaran Karagöz, "Bu hem Karabağ zaferi hem Cemal Kaşıkçı hikayesi bize iletişimin stratejik olarak ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Yıllarca, onlarca film yaptı Hollywood endüstrisi. Onlarca dizi yapıldı. Müzik ile bunun propagandası yapıldı. Ermenistan her şeyden önce dünyada mağduriyet fotoğrafını en fazla gösteren gruplardan birisidir. Fakat bu mağduriyet fotoğrafı, onların o zalimce yapıp ettiklerini hep gizledi, örttü. Ta ki Karabağ zaferine kadar." şeklinde konuştu.
Medya dünyasının içerisindeki iletişimcilerin, Karabağ zaferinin iletişim boyutunu her zaman merkeze koyup, başka neler yapılabileceğini incelemesi gerektiğini belirten Karagöz, "Dezenformasyonla mücadele ederken, hak ve adaletin yanında mücadele ederken, stratejik iletişimin en güzel iki örneğini hem Karabağ'da hem Cemal Kaşıkçı konusunda gördük. Ben Türk dünyasının Karabağ zaferi ile elde ettiği bu başarının önümüzdeki aylarda, yıllarda yeni zaferlere, yeni kazanımlara kapı aralayacağını düşünüyorum." değerlendirmesini yaptı.
Türkçe Konuşan Ajanslar Birliği Genel Kurulu'nun 2022'de bir araya gelmesi planlanıyor
Serdar Karagöz, 2008'de kurulan Türkçe Konuşan Ülkeler Ajanslar Birliği'ni Anadolu Ajansı olarak biraz hareketlendirmek istediklerine de değinerek, konuşmasını şöyle tamamladı:
"Bu çerçevede 2022 yılının ilk çeyreğinde, mart ayı büyük ihtimalle, Azerbaycan'ın şu an dönem başkanı Aslan Bey, onun daveti ile Antalya'da Türkçe Konuşan Ajanslar Birliği Genel Kurulu'nu toplamak istiyoruz. Tüm üyelerimiz yeniden bir araya gelerek, ortak bir haber havuzu oluşturmak niyetindeyiz. Kurumlarımız ne kadar güçlü olursa geleceğe o kadar güçlü mesajlar veririz. Şimdi Antalya'da yapılacak olan bu toplantıyı bir fırsat olarak değerlendiriyorum. Bu toplantıya sadece ülkelerimizin ajansları değil, ülkemizin entelektüelleri, gazetecileri, akademisyenleri ve siyasilerini de davet edeceğiz. Orada Türk dünyasının en büyük haber havuzunu oluşturacağız."
"Sosyal medya mecraları dezenformasyon makinesine dönüşebilme kapasitesine ulaştı"
AA Yönetim Kurulu Üyesi ve Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Özkır da "Türk Dünyasında Sosyal Medya ve Dezenformasyonla Mücadele Eğitimi" oturumunda yaptığı konuşmada, "Yurttaş Gazeteciliğinden Dezenformasyon Kıskacına Çevrim İçi İçerikler ve Kontrol" başlığını ele aldı.
Yurttaş gazeteciliğinin temel yaklaşımına göre, bu gazetecilik türünde artık haberi üreten ve anlatan kaynağın doğrudan bireyler olduğunu ifade eden Özkır, "Arada herhangi bir şekilde üst yapı, üst kurum, televizyon, gazete binası, kurumu yoktur. Haberi aktaran doğrudan temel kaynak birey olduğu için biz bu haberlere, bu içeriklere de güvenebiliriz. Bu dezenformasyon bağlamında aktarılamaz. 'İdeolojik, kültürel veya siyasal yaklaşımlardan daha uzak olur' diye daha iyimser bir yaklaşımın karşımıza çıktığını gördük. Yurttaş gazeteciliği diğer etkilerden kendisini arındırmış bir şekilde hayatımızın içerisine girdi. Ve bu tanıma göre bir manav, kasap, öğretmen, akademisyen, siyasetçi, herhangi bir şekilde bir tamir atölyesinde çalışan bir insan habercilik, gazetecilik yapabilir." şeklinde konuştu.
Sosyal medya mecraları ve yurttaş gazeteciliğinin eleştirilen bazı noktaları olduğuna işaret eden Özkır, bunlardan birinin devletlerin güvenlik alanında oluşturdukları siber riskler, diğerinin bireylerin hayatlarıyla ilgili ortaya çıkan riskler olduğunu söyledi.
Sosyal medya şirketlerini yönetenlerin uluslararası ölçekte farklı toplumları da ilgilendirecek şekilde, kendilerini yasa, norm koyucu aktörler olarak tanımlamaya ve konumlandırmaya başladıklarına dikkati çeken Özkır, toplumu yönlendirme noktasında kendisini etki sahibi görmeye başlayan uluslararası sosyal medya şirketlerinin tercihlerinin çok ciddi anlamda belirleyici olduğunun gözlendiğini kaydetti.
Doç. Dr. Yusuf Özkır, bilginin, sosyal medya mecralarında nasıl dezenformasyona uğradığına dair Türkiye ve dünyadan örnekler de verdi.
Özkır, "Yurttaş gazeteciliği, demokratik, iyi niyetli yaklaşımlarla ortaya çıkmış, hak temelli bir gazetecilik arayışı olmakla birlikte bugün gelinen noktada maalesef yurttaş gazeteciliğinin yapıldığı mecraların da aynı şekilde toplumları manipüle edici, dezenformasyon ağına düşürecek, onların birliğini, beraberliğini sarsacak şekilde kullanılmaya başlandığı önemli özellikler taşımaya başladığını görüyoruz. Bu mecralarda yalan üretim, abartı üretim, kurgu üretim çok rahat bir şekilde yapılabiliyor. Sosyal medya mecraları, giderek gerçeklikten, doğrudan, hak temelli gazetecilikte haber aktarımından uzaklaşmış ve bir dezenformasyon makinesine dönüşebilme kapasitesine ulaşmış durumda. Devletlerin yönetim biçimlerini ve seçim süreçlerini manipüle edecek şekilde bu mecralar artık çok rahat bir şekilde kullanılıyor. Düzen bozucu toplumsal hareketler bu mecralarda destekleniyor." değerlendirmesini yaptı.
Sosyal medya mecralarının gerçek olduğunu vurgulayan Özkır, iletişim tarihi boyunca iletişim mecralarını reddedenlerin kaybettiğini ancak bunun nasıl kullanılacağının, nasıl bundan maksimum toplumsal ve bireysel fayda sağlanabileceğinin çok daha fazla tartışılması gerektiğini sözlerine ekledi.