Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğünün desteğiyle, Siyer Vakfı ile Fidan Sanat Vakfınca düzenlenen "7. Alemlere Rahmet Uluslararası Kısa Film Festivali" çeşitli etkinliklerle devam ediyor.
Anadolu Ajansının Global İletişim Ortağı olduğu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğünün desteklediği festivalde, "Belgeseli Bulmak mı Belgeselde Kaybolmak mı?" başlıklı söyleşi gerçekleştirildi.
Akademi Beyoğlu'nda düzenlenen ve Çamran Azizoğlu'nun yönetimini üstlendiği söyleşide, "Kiralık", "Rağmen" ve "Hafsa" kısa filmlerinin yanı sıra TRT yapımı "Aile Olmak" belgesel serisinin yönetmeni Emre Karapınar ve "Katmandu'ya Yol Arkadaşı Aranıyor" kitabının yazarı Abdullah Kibritçi konuşmacı olarak yer aldı.
"Biz Coğrafyanın perdelenen hakikatini anlatmaya çalışıyoruz"
Emre Karapınar, söyleşide, belgesel türündeki yapımların manipülatif bir yanı olduğunu belirterek, belgesel türündeki yapımların hakikati göstermediğini söyledi.
Bu tarz yapımlarda her şeyin kurmaca olduğuna işaret eden Karapınar, "Kurmaca filmde senaryoyu biz yazıyoruz, istediğimiz gibi kalem oynatıyoruz, her şeyini değiştirebiliyor, dönüştürebiliyoruz. Belgesel eşittir nedir? Kimin gerçeği? Belgesellerin, anlatanların acaba bize dayattığı gerçekler olabilir mi? Aslında hepsi kurmaca. Bizim için zor olan kısım ne? Biz aldatamayız. Bu iş iki şeye hizmet eder, ya hayra ya şerre. Ya iyilik için çalışırsın ya da kötülük için." dedi.
Karapınar, 'Aile Olmak' yapımının Batılı bir gözle çekilen belgesellerden farkına dair şunları kaydetti:
"Coğrafyanın hakikatini perdelediğinizde sömürürsünüz. Afrika'ya, Asya'ya, dünyaya dair bu belgeseller bize şunu sorgulatıyor mu? Mesela 1415 Afrika ülkesinin parası neden Paris'te basılıyor? Belgeseli gerçek olarak kabul ettiğimiz için baştan teslim oluyoruz. Kadrajın arkası nasıl acaba? O yüzden bizim belgeselimiz Zanzibar'da o pahalı lüks otellerin, turkuaz suların bittiği, bize hiçbir zaman gösterilmeyen yerde başlıyor. Perdelenen hakikat diyorum ya, işte biz coğrafyanın perdelenen hakikatini anlatmaya çalışıyoruz. Hakikat perdelenmeli ki sistem devam etsin, sömürge devam etsin. Belgeselde tamamen teslimsin. Çünkü gerçek olduğuna inanıyorsun. O yüzden belgesel diye bir şey yok, her şey kurmaca."
"Coğrafyaya Giderken Bütün Sıfatlarımızdan Sıyrılıp Gidiyoruz"
Müslümanlar için belgesel çekmenin oldukça zor olduğuna dikkati çeken Karapınar, "Çünkü biz (izleyicileri) aldatamayız. Bir sözümüz var ve o sözü hakikat çerçevesinde, hayatını anlattığımız karakterin hakikati çerçevesinde anlatmaya çalışıyoruz. Bu inanılmaz zor bir şey. Kalemi isteğiniz gibi oynatamıyorsunuz. Adamın gerçekliğinin dışına çıkamıyorsunuz. Filmde öyle değil, özgürsün. Düşünceni, her türlü hikayeyi istediğin gibi dönüştürebilirsin. Biz coğrafyaya giderken bütün sıfatlarımızdan sıyrılıp gidiyoruz. Çünkü bizim coğrafyayla ilgili bir meselemiz, kendimizle ilgili bir derdimiz var. O dertle hemhal olabilmek için yazar, yönetmen gibi sıfatlardan sıyrılmanız gerekiyor. Artist olarak giderseniz artist olarak dönersiniz." değerlendirmesinde bulundu.
Emre Karapınar, çektikleri hikayelerde kendilerini sorumlu olarak hissettiklerini bu yüzden de işe sadece teknik olarak bakmadıklarını dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Coğrafyaya gittiğimizde şahit olmaya gidiyoruz. Kameranın imkanıyla şahit oluyoruz. Dolayısıyla sizi de şahit kılmaya çalışıyoruz. Abdullah bunu çok daha iyi anlatıyor, kaleminden hissediyorsunuz. Kitabında okuduğunuzda gitmiş görmüş gibi olduk diyorsunuz. İzlerken de aynı şekilde. Bu ancak ve ancak çekilmiş bir iş değil şahit olunmuş bir iş olabilir. Bu kadar şahitlik insanı sorumlu kılıyor, uyuyamıyorsunuz. Uykularınız kaçıyor, omuzlarınızda korkunç bir yük oluşturuyor, saçlarınız ağarıyor. Malzeme gözüyle değil, sorumlulukla baktığınız için uyuyamıyorsunuz. Kalkış noktası dert olduğunda yapacak iş çok. O yüzden iş olarak bakmıyoruz. 'Aile Olmak' da, Abdullah'ın kitabı da bir proje olarak çıkmadı. O kendini doğurdu, içerden geliyor."
"Gerçekle Başka Bir Gerçeği veya Hakikati Gizleyebiliyor Anlatıcılar"
Aile Olmak belgeselinin metin yazarı Abdullah Kibritçi ise gerçek ve hakikatin bambaşka şeyler olduğunun altını çizerek, "Gerçeğin zihnimizdeki haline hakikat diyoruz. Zihnimize ulaşana kadar o gerçek neye dönüşüyor, nasıl bir yoldan geçiyor? Bazen öyle oluyor ki bir gerçekle başka bir gerçeği veya hakikati gizleyebiliyor anlatıcılar." dedi.
Konuşmasında Afganistanlı bir kızın kitap yazıp, daha sonra bunun belgeselini çektiğinden bahseden Kibritçi, şunları anlattı:
"Kitap da belgesel de Afganistan'da erkek çocuğu olmayan ailelerin ev işlerini yürütmek için kız çocuklarının saçlarını kesip, küçük yaştan itibaren sokağa çıkabildiği, annesiyle birlikte seyahat edebildiği, ev işlerini gördüğü durum hakkında. Böyle bir hikaye var. Yani şu kadınlar tek başına yanlarında bir erkek yoksa sokağa çıkamazlar. Evde erkek yoksa ne olacak? Kız çocuğu erkek rolüne bürünür, belli bir yaşa geldikten sonra kız olarak eski hayatına devam eder. Ama bütün bunlar olurken o çok büyük bir travma yaşar. Bu travmayı bizler nasıl görmezden gelebiliriz? Bu hikaye aslında çok da güzel, belgesel olarak çekilmeye değer bir hikaye. Peki bu gerçek mi? İşte burası tartışılır.
Gerçek ama ne kadar? Mesela neye tekabül ediyor, yüzde kaçlık bir gerçek bu ve tam olarak ne zamanın gerçekliği? Bundan 93 yıl önce ya da 67 yıl önce toplumun bir kesiminin yüzde 2'sinin ya da yüzde 0.6'sının gerçeğini alıp, bunu büyük podyumlarda, sahnelerde göstereceğiniz devasa bir hikayeye dönüştürdüğünüz zaman, Afganistan'da her dörtbeş evden birisinden sakat kalan, ölen yüz binlerce insanın hikayesini gizliyor olabilir misiniz acaba? Oradaki özgürlükleri, oradaki hayatın zorluklarını, ailenin kadına yaptığı baskıyı, tırnak içinde anlatırken başka bir hikayeyi başka bir hakikati gizliyor olabilir misiniz acaba? Bu soruları sormak gerekiyor ki öyle arayıp bulamayacağınız, dokunup temas edemeyeceğiniz bir hikaye bu. Afganistan'a gidip böyle bir şeyi bulamazsınız. Ama bunun hikayesini, buna benzer hikayeleri biz daha çok dinleyeceğiz. Bunun filmi de yapılacak. Büyük sahnelerde gösterilecek, milyonlarca kişiye ulaşacak. 'Afganistan böyle bir yerdir arkadaşlar' diyeceğiz. Milyonlarca yetim var, bir sürü çocuğunu kaybetmiş insanlar var. Gerçeğin hakikati nasıl manipüle ettiğini gördünüz mü?"
Kibritçi, etkilendiği ve sevdiği belgesellerde bazen olay örgüsü ve hikayenin olmadığını dile getirerek, "Kamçatka'da bunu yaşadık mesela. Bir adamla muhabbet ediyoruz. Etkilendik onun duruşundan, bakışından. Adam bir çoban. Kamçatka'ya, Sibirya'nın sonuna Kırgızistan'dan kalkmış gelmiş bir Özbek. O adamla uzun süre sohbet ettik. Soruyoruz cevaplıyor, öyle bir an oldu ki ölmüş eşinden bahsederken o yaşlı adamın gözleri doldu. Hissetmiş olduğumuz şey, o belgeseli ortaya çıkartmak, onun muhrici olabilmek, bir sorumluluk verdi bize o anda. Her şey o an olup bitti. Aslında orada baktığınız zaman çok ilginç bir hikaye yoktu. Hatta üzerine çalışabileceğiniz bir olay örgüsü de yoktu. Onları, hareketleri ve eylemleri birbirine bağlayacağımız ama bizi çok hislendiren bir an vardı ve o anın belgeseli, hikayesi anlatılmak üzere tarafımızdan çalışılmaya başlandı. Bazen de böyle oluyor. Belgeselde de benim hissettiğim şey, iyi belgesel dediğim herhangi bir şeyde hissettiğim şey, oradan çıkartılmış olan hissiyatın aktarılabilmesi." şeklinde konuştu.