Yaklaşık 8 bin 300 kilometrelik kıyı şeridine sahip Türkiye'nin, 1960'ta Antalya'nın Finike ilçesi yakınlarında Tunç Devri'ne ait Gelidonya Batığı'nda yabancı ekiplerle yapılan kazılarla başlayan su altı arkeolojik kazı ve araştırma macerası, artık Türk bilim insanları ve balık adamları tarafından sürdürülüyor.
Turgutreis Yassıada'da 19671969'da, Serçe Limanı ve Cam Batığı'nda 1979'da, Kaş açıklarındaki Uluburun Batığı'nda 1984'te yapılan kazılar Türk su altı arkeolojisinin önemli mihenk taşlarını oluştururken, bu yıl devam eden toplam 10 su altı arkeolojik kazı ve araştırma projesinde 255 eser müzelere kazandırıldı.
Tunç Çağı'na ait dünyanın en eski ticaret gemisi, Arkaik Dönem'e ait sanat eserlerini barındıran ve Akdeniz'de bulunmuş tek heykel taşıyan gemi batığı, Osmanlı denizciliğini aydınlatacak buluntular barındıran Osmanlı Dönemi Batığı, mavi suların derinliklerinden kalmış önemli kültür mirasları arasında yer alıyor.
Son yıllarda artan bilimsel çalışmalarda ulaşılan eserlerin yerinde sergilenmesi için Türkiye'nin denizlerinin kıyısında birer su altı arkeoloji müzesi oluşturulması için çalışmalar da sürüyor.
"Batığa ulaştığınızda adeta zaman donuyor"
Türkiye Batık Envanteri Projesi Kazı Başkanı, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Harun Özdaş, su altı arkeolojik kazı ve araştırma çalışmalarındaki deneyimlerini AA muhabiriyle paylaştı.
Gemi batıklarının yaklaşık 3060 metre arasında değişen derinliklerde yattığını, dalışta inilen her bir metrenin geçmişe yolculuk olduğunu belirten Özdaş, "Batığa ulaştığınızda adeta zaman donuyor. Batıkların tamamı hiçbir canlının dokunmadığı bir zaman kapsülü gibi. Bu, benim için hem denizi hem arkeolojiyi meslek edinmiş bir kişi olarak büyük mutluluk." dedi.
Özdaş, bu kadar zengin kültürel mirasa sahip bir ülkede yaşadığı için kendini çok şanslı hissettiğini vurgulayarak, bu varlıklara bilimsel olarak sahip çıkmaya ve onları ortaya çıkarmaya çalıştıklarını söyledi.
Su altı arkeolojisinin temel ilgi alanının gemi arkeolojisi olduğuna işaret eden Özdaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu çerçevede bakıldığında teknoloji tarihine veri toplayan bir bilim dalıyız. Bir batığın kazısını gemi yapım teknolojisinde eksik sayfaları tamamlamak için tercih ediyoruz. Kazılar bir zaman dilimine ait batıklar üzerinde gerçekleşiyor. Bu batıkların mevcut bütün materyallerini bilimsel yöntemlerle kazıp ortaya çıkarıyoruz. Daha sonra müzelerde koruma altına alınıyor."
Özdaş, Türkiye Batık Envanteri Projesi'nde su altındaki batıkların fotoğraflanması, foto mozaiklerinin oluşturulması çalışmalarını da yaptığını dile getirerek, "Hava şartları ve bulunduğunuz konumdan ötürü çok zamanınız olmuyor. Çünkü gemiler çok kolay dalınabilecek yerlerde batmıyorlar. Her batıkta 3 dalış gerçekleştirebiliyoruz. Bu yüzden kısa zaman diliminde mevcut anı görüntülüyoruz." diye konuştu.
"16. yüzyılın öncesinde ticaret, sonrasında ise savaş gemileri çoğunlukta"
Son dönemde çalışmaların yoğunlaştığı alanlara ilişkin bilgi veren Özdaş, özellikle İzmir, orta ve kuzey Ege bölgelerinde Osmanlı dönemine ait çok sayıda gemi tespit ettiklerini belirtti.
Oldukça derin sularda çalışmaları sürdürdüklerini anlatan Özdaş, şu ifadeleri kullandı:
"7080 metre derinliklerdeki batıklara yüksek teknoloji, robot teknoloji dediğimiz uzaktan kumandalı kamera sistemleriyle ulaştık. Bunlar 16. yüzyıl ve sonrası, yani Osmanlı dönemi. Bizim için içlerinde de en önemlisi Koyun Adaları Batığı. Burada bulduğumuz gemi üzerinde ilk tespitimizi 2018'de yaptık. 2019'da ise Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı Alemdar gemisi ile Türkiye'nin arkeolojik alandaki en derin su altı çalışmasını gerçekleştirdik. 16. yüzyılın öncesinde daha çok ticaret gemilerini, sonrasında ise daha çok savaş gemilerini buluyoruz."
Özdaş, su altı arkeolojik kazı ve araştırma çalışmalarını sürdürecek nesiller yetiştirmeye çalıştıklarını dile getirdi.
Çekirdek ekip dışında temel dalış eğitimi almış öğrencileri de projeye dahil ettiklerini bildiren Özdaş, "Bir kuşağa bu anlamda yatırım yapıyoruz. Hocalarından aldıkları referanslarla öğrenciler, bize başvurularını gönderiyor. Bu çerçevede de onlara deniz çalışması için fırsat tanıyabiliyoruz." diye konuştu.
"Su altı arkeolojisinde kendimiz açısından yeni bir zirveyi yakaladık"
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Yahya Coşkun da Türkiye'nin tüm denizlerinde su altı arkeolojik kazı ve araştırmaların sürdüğünü, çalışmalara bu yıl Kocaeli'deki Kerpe Koyu ve Yalova'nın Altınova ilçesi kıyılarındaki kazıların eklendiğini söyledi.
Ülke genelinde 6'sı su altı kazısı, 4'ü su altı araştırması olmak üzere 10 çalışmanın yürütüldüğünü belirten Coşkun, "Geçen yıl karada ve su altında yaptığımız toplam çalışma 502 idi. Bu yıl 602'ye çıkardık. Her yıl araştırmalarımızın ve arkeolojik çalışmalarımızın sayısı artarak devam ediyor. Bu yıl su altı arkeolojisinde kendimiz açısından yeni bir zirveyi yakaladık. Önümüzdeki yıl daha da ileriye gitmeyi hedefliyoruz. Su altındaki kazı ve araştırmalarımızdan 255 eser çıkarıldı ve müzelerimizdeki yerini aldı." bilgisini verdi.
Coşkun, "Bir eser nereden çıktıysa oraya aittir." temel düsturuyla hareket ettiklerini, eseri, tarihiyle, geçmişiyle alakalı olduğu için bulunduğu yerde sergilemek istediklerini anlattı. Su altında durumun biraz farklı olduğunu dile getiren Coşkun, "Eserleri şu an Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde sergiliyoruz. Ama Sayın Bakanımızın bize gösterdiği ufuk, çizdiği vizyon Türkiye'nin tüm denizlerinin kıyısında birer su altı arkeoloji müzesi olması. Çalışmalarımızı bu yönde devam ettiriyoruz." dedi.
Türkiye'nin artık kendi insan kaynaklarıyla su altı kazıları yaptığına işaret eden Coşkun, "Genel Müdürlük olarak son 3 yılda yaptığımız eğitimlerle 86 yeni arkadaşımız su altı arkeoloğu oldu. Her biri birinci, ikinci, üçüncü seviyelerde eğitimlerini tamamlıyor. Tüm denizlerimizin etrafında birer su altı arkeoloji müzesi oluşturacak kadar arkadaşlarımızı eğitiyoruz." ifadelerini kullandı.
Su altı ören yerleri ve kültür rotaları oluşturulacak
Su altı çalışmalarının temel amacının, bilimsel bilgi üretmek olduğuna dikkati çeken Coşkun, şunları kaydetti:
"Ama bilimsel bilgi ürettikten ve bu batıkları bulduktan sonra bunun tabii bir sonucu oluyor. O da turizm açısından getirdiği doğal bir görülme isteği. Şimdi bu çerçevede su altı ören yerleri üzerine çalışıyoruz. Su altı kültür rotaları oluşturmaya çalışıyoruz. Tamamlandığında yeni su altı kültür rotalarında turizm amaçlı dalış imkanları olacak. Ama bazı özel yerler var. Mesela İznik Gölü'nde yaptığımız çalışma kıyıya çok yakın, su da oldukça çekilmiş durumda, İznik Gölü'nde hocamızın teziyle belki de Birinci Konsil'in toplandığı bazilikayı kazıyoruz. Burada bazı yerlerde yaklaşık 1 metre kadar derinlik gözüküyor, o nedenle dalarak değil de etrafından yüzer bir iskeleyle dolaşıma açmayı planlıyoruz. Yakın zamanda bunu da tamamlayacağız."
"Geniş bir koruma ağı oluşturuldu"
Zengin su altı kültürel varlığını korumak için paydaşlarla önlemler silsilesini hayata geçirdiklerini vurgulayan Coşkun, Deniz Kuvvetleri ve Sahil Güvenlik komutanlıkları, üniversiteler, müze çalışanları, bazı yerlerde de balıkçılara kadar geniş bir yelpazeyle koruma ağı oluşturduklarını söyledi.
Coşkun, dalışa yasak alanların oluşturulmasının, sınırların çizilmesinin ve bunların tüm muhataplarla paylaşılmasının önlemler arasında yer aldığını sözlerine ekledi.