ÖZEL HABER-HACER BAYRAM
Göç, insanlık tarihi kadar eski bir olgu olmakla birlikte, modern dünyada farklı dinamikler kazanarak devam ediyor. Küreselleşme, ekonomik dalgalanmalar, siyasi istikrarsızlıklar ve son olarak pandemi gibi küresel krizler, insanların yaşadıkları yerleri terk ederek yeni bir hayat arayışına girmelerine neden oluyor. Türkiye de tarih boyunca hem göç veren hem de göç alan ülkelerden biri olarak bu sürecin farklı evrelerine tanıklık etti. Özellikle son yıllarda ekonomik sıkıntılar, işsizlik ve yaşam kalitesindeki düşüş, birçok nitelikli bireyin yurtdışına yönelmesine sebep oldu. OECD'nin "Better Life Index" verilerine göre yaşam kalitesi açısından Türkiye, gelişmiş ülkelerin gerisinde kalırken İrlanda gibi ülkeler sağlık, eğitim, iş güvencesi ve gelir düzeyi açısından daha cazip bir seçenek haline geliyor.
İrlanda'ya göç eden bireylerin deneyimleri, modern toplumun dinamikleri ve küresel hareketlilik bağlamında incelendiğinde oldukça çarpıcı sosyolojik gerçekler ortaya çıkıyor. Zygmunt Bauman’ın "Akışkan Modernite" kavramı göçmenlerin aidiyet duygusunun sürekli değişken ve belirsiz bir hale gelmesini vurgularken, Benedict Anderson’un "Hayali Cemaatler" eseri, ulusal kimliğin nasıl inşa edildiğine dair önemli ipuçları sunuyor. OECD'nin "Better Life Index" verileri ise yaşam kalitesine dair ölçülebilir verilerle göç eden bireylerin ekonomik ve sosyal konumlarını anlamlandırmada katkı sağlıyor.
İrlanda'da yaşayan iki göçmenle yapılan bu röportaj, göç sürecinin bireysel ve toplumsal etkilerini anlamaya yönelik derinlemesine bir perspektif sunuyor. Erkek olan katılımcı, İrlanda'da dışlanma veya ayrımcılık hissetmediğini, yerel halkın sıcak ve misafirperver olduğunu vurguluyor. Kadın katılımcı ise başlangıçta toplum tarafından hemen kabul edilmediğini düşünse de zaman içinde bu algının değiştiğini belirtiyor. İrlandalıların genel olarak göçmenlere karşı düşmanca bir tutum içinde olmadığını, fakat içe kapalı bir toplumsal yapı sergilediklerini ifade ediyor.

Kimlik Algısı ve Uyum: Göçmenler Yeni Hayatlarına Nasıl Adapte Oluyor?
Göç sürecinin kimlik algısını nasıl etkilediği sorulduğunda, her iki kişi de kendilerini artık bir dünya vatandaşı olarak gördüklerini söylüyor. Küresel hareketliliğin sağladığı adaptasyon becerileri sayesinde, herhangi bir ülkeye kolayca uyum sağlayabileceklerini dile getiriyorlar. Bu görüş Bauman’ın modern bireyin sürekli değişen sosyal ve ekonomik koşullara uyum sağlama zorunluluğuna dair düşüncelerini destekliyor.
Sosyal yaşam açısından bakıldığında, Türkiye ve İrlanda arasındaki en büyük farklardan biri olarak alım gücü öne çıkmata. Erkek olan vatandaş, arkadaşlık ilişkilerinin zamanla geliştiğini ve insanlar tarafından benimsendiğinde samimi bir bağ kurulduğunu söylüyor. Kadın vatandaş ise İrlandalıların aile bağlarını güçlü tuttuğunu, ancak arkadaşlık ilişkilerinde daha mesafeli ve profesyonel olduklarını gözlemlediğini belirtiyor. Toplumsal dayanışma konusunda, özellikle belirli uluslararası meselelerde İrlandalıların oldukça duyarlı oldukları ifade ediliyor.
Ekonomik Gerçekler: İrlanda’daki Alım Gücü ve Çalışma Koşulları
Ekonomik koşullar değerlendirildiğinde, İrlanda’daki gelir-gider dengesinin Türkiye ile kıyaslandığında büyük farklılıklar içerdiği görülüyor. Erkek olan vatandaş, kira ve faturaların yüksek olmasına rağmen, kalan miktarla alınabilen ürün ve hizmetlerin Türkiye’ye kıyasla çok daha fazla olduğunu belirtiyor. Kadın vatanda da benzer şekilde, alım gücünün oldukça yüksek olduğunu ve vergi sisteminin daha adil işlediğini ifade ediyor. Bu durum OECD'nin yaşam kalitesi endeksinde İrlanda'nın Türkiye’ye kıyasla daha üst sıralarda yer almasını açıklıyor.
Çalışma koşulları açısından bakıldığında, iş olanaklarının Türkiye’den farklı olmadığı fakat çalışma standartlarının oldukça yüksek olduğu vurgulanıyor. Erkek vatandaş, sözleşmede belirtilen saatler dışında çalışmanın beklenmediğini ve fazla mesai yapılmak istendiğinde bunun önceden bildirilmesi gerektiğini aktarıyor. Kadın vatandaş ise iş disiplininin yüksek olduğunu, ancak çalışma saatleri içinde bile belirlenen kurallara sıkı sıkıya uyulduğunu belirtiyor. Maaşların zamanında ödendiği, iş güvencesinin güçlü olduğu ve sigorta haklarının eksiksiz sağlandığı da röportajın önemli çıkarımları arasında.
Türkiye’den İrlanda’ya göç edenlerin meslek profillerine bakıldığında, özellikle mühendislik alanında beyin göçünün yoğun olduğu görülüyor. Mühendislerin yanı sıra sağlık alanında çalışan doktor ve diş hekimi gibi profesyonellerin de İrlanda’ya yerleştiği ifade ediliyor. Erkek vatandaş, yazılım mühendislerinin büyük çoğunlukta olduğunu ve Türkiye’nin beyin göçü nedeniyle önemli insan kaynağını kaybettiğini düşünüyor. Kadın vatandaş da benzer şekilde, İrlanda'daki fırsatların Türkiye’ye kıyasla daha iyi olması nedeniyle, nitelikli iş gücünün bu ülkeye yöneldiğini dile getiriyor.
Bu röportaj, küreselleşen dünyada bireylerin kimlik algılarının nasıl şekillendiğini, ekonomik ve sosyal dinamiklerin göç kararlarını nasıl etkilediğini anlamak adına kaynak niteliği taşıyor. Bauman’ın akışkan modernite kavramı, bireylerin sürekli yeni koşullara adapte olmasını zorunlu kılarken, Anderson’un hayali cemaatler teorisi, ulusal aidiyetin göç sürecindeki kırılmalarını açıklamaya yardımcı oluyor. OECD’nin yaşam kalitesi verileri ise bu değişimlerin somut göstergelerini sunarak göçmenlerin ekonomik ve sosyal uyum süreçlerini daha anlaşılır kılıyor. Türkiye'nin yıllar içinde farklı nedenlerle göç veren bir ülke haline gelmesi, bireylerin sadece ekonomik sebeplerle değil, aynı zamanda toplumsal beklentiler ve özgürlük arayışlarıyla da yurtdışına yöneldiğini gösteriyor. Bu bağlamda, gelecekte Türkiye'nin nasıl bir göç politikası izleyeceği, beyin göçünü nasıl engelleyeceği ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarına nasıl destek sağlayacağı önemli sorular olarak karşımıza çıkıyor.