DOSYA HABER-HACER BAYRAM
Hiç fark ettiniz mi? Elimizde bir ekran, parmağımız bir yukarı bir aşağı… Bir an kahkahalarla güldüğümüz bir videonun etkisinden çıkamadan, bir sonraki kaydırmada bizi derin bir üzüntüye boğan bir görüntüyle karşılaşıyoruz. Daha saniyeler önce eğlenceli bir videoya gülerken, bir sonraki videoya kaydırdığımızda ekranımızda bir doğal afetin, bir yangın faciasının kahreden görüntüleri oluyor. Bir dakika bile dolmadan, bir duygudan bir diğer duyguya hızlıca geçiyoruz. Ve bu geçişlerin ne kadar hızlı olduğunu fark edip duygumuzda kalamamak bizi aslında kendimize, duygularımıza ne kadar yabancılaştırıyor, tahammülsüzleştiriyor fark etmek üzücü.
Sosyal medya, zamanımızın en güçlü alışkanlıklarından biri. TikTok, Instagram, Twitter gibi platformlar, sonsuz bir kaydırma döngüsü sunarak bizi adeta ekranların esiri haline getirdi. Ancak bu alışkanlık sadece zamanımızı değil, duygusal dünyamızı da kökünden etkiliyor. Duygular, insanın en kıymetli yanlarından biri. Hayatı anlamlandıran, bağlarımızı güçlendiren, kararlarımızı şekillendiren şey aslında hissettiklerimiz. Ancak sosyal medyanın sonsuz içerik akışı, bize duygularımızı yaşamaya fırsat tanımıyor. Aslında bu gibi durumlarda sorumluluğu herhangi bir platforma yüklemek daha kolay olabilir. Belki de kendimizden kaçıyoruzdur sorularını getiriyor zihinlere.
Duygularımızı kayıp mı ediyoruz?
Bu durum yalnızca bireysel dünyamızda değil, toplumsal düzeyde de bir yabancılaşma yaratıyor. Artık acılar daha az ağır, sevinçler daha kısa ömürlü. Duygularımızın derinliği kayboluyor, yerini yüzeysel bir his karmaşası alıyor.
Bu hızlı geçişlerin insan psikolojisine etkisi, bilim insanlarının da üzerinde çalıştığı bir konu. Araştırmalar, sosyal medyanın sürekli değişen içerik akışının dikkat süremizi azalttığını ve duygusal farkındalığımızı zayıflattığını ortaya koyuyor. Özellikle genç kuşaklarda, bu sürekli değişim bir çeşit uyuşukluk ve kendine yabancılaşma hali yaratıyor.
Bir an durup düşünmeli: Hangi duygularımıza ne kadar zaman ayırıyoruz? Hayatı daha derin yaşamak, hissettiklerimizi gerçekten hissetmek mümkün mü? Belki de yapılması gereken, elimizden telefonlarımızı bırakıp bir süre durmak, kaydırma yerine hissetmeye zaman tanımak. Çünkü insan olmanın anlamı, duyguları aceleyle tüketmek değil, onları gerçekten yaşayabilmekte saklı.