Öyle Miymiş?
Şule Gürbüz
İletişim Yayınları. Syf: 198. Basım Tarihi: 2016.
1974'de doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Sanat Tarihi ile İspanyol Dili ve Edebiyatı, Cambridge Üniversitesi’nde Felsefe eğitimi aldı. Antika saatlerin tamiri üzerine ustalaştı. Bu alandaki çalışmalarına 1997’de Dolmabahçe Sarayı’nda başladı. Çalışmalarını halen Milli Saraylar Müdürlüğü bünyesinde sürdürmektedir. Ödülleri ise şu şekilde: 2011 Türkiye Yazarlar Birliği Kamu Yayıncılığı Ödülü (Saat Kitabı) 2012 Oğuz Atay öykü ödülü (Zamanın Farkında).
Şule Gürbüz, 1974 doğumlu, günümüzde orta yaş sınıfına giren, Cambridge Üniversitesi'nde felsefe eğitimi almış ama antika saatlerin tamiri üzerine uzmanlaşmış ve Dolmabahçe Sarayı içindeki Saat Müzesi'nde bu uzmanlığını sergileyen bir isim. Halen de bu işi yürüttüğü biliniyor. Felsefe ve saatin kesiştiği, ilginç bir eğitim geçmişi ve ilginç bir meslekle buluşan edebiyatın, bildiğimiz sıradan bir edebiyat olması da beklenemezdi. “Öyle Miymiş?” de o sıradanlıktan çok uzak. İlk farklılık kitabı elinize aldığınızda, kapak, arka kapak ve tanıtıcı iç sayfalarından başlıyor. İletişim Yayınları'nın, saygın bir yayınevi olarak, yayınladığı kitapların kapağına, kitabın, yazarın ve yayınevinin ismi ile tanıtıcı bir görsel yerleştirmesi dışında, okuru kitabı almaya yönelik kışkırtıcı, cazibe kazandırıcı bir cümle, kelime, grafik ya da görsel tercihlerde bulunmuyor. Ama “Öyle Miymiş?” kitabı, bu ağırbaşlılığın ve sadeliğin ötesinde, herhangi bir görsel barındırmayan, sadece çok şatafatlı olmayan bir çerçeve barındıran bir kapağa sahip. Kapakta, kitabı tek farklı hissettirecek şey, tanımlamakta zorlanacak olan baskın rengi. Arka kapak ise, İletişim Yayınları standardının tamamen dışında ve kitaba dair hiçbir metin yok. Kitap bu hali ile daha çok bir ortaçağ eserini andırıyor. Sadece baskı sonrası yapıştırılmış barkodları görüyoruz. İç tanıtıcı sayfalarda ise, yazara dair, daha çok önceki eserlerinin isim bilgilerinin yer aldığı 4 satırlık bir tanıtım yazısı var. Ve tüm bu bilinmezliğin içinde kitaba dalıyoruz. Kitabın dört bölümden oluştuğunu da ancak kitabın içinde ilerleyerek fark edebiliyoruz. İlk okuduğumuz bölüm “Cinnet Varken Cennet Olabilir mi?” daha çok bir masal öncesi tekerlemeleri tadında ilerleyen metinlerden oluşuyor. Kitabın tamamına yansıyan şey, tasavvufi bir zihin dünyası. Neden tasavvufi bir ruh dünyası değil de, zihin dünyası dedim? Çünkü ruh soru sormaz. Soruyu zihin sorar. Oysa kitap baştan sona, aynen isminde olduğu gibi sorularla geçiyor. Yazar bu soruların cevabını bilmesine karşın bize mi soruyor, kendisinin de bilmediği sorulara yanıt mı arıyor, yoksa bildiği ama şüphe duyduğu ve sürekli sorgulama gereği duyduğu doğrularını gözden mi geçiriyor, işte bu sorulara dahi doğru yanıt veremiyorum. Kitabın bölümleri, insan yaşının evrelerine göre dizilmiş gibi hissettim. En uzun kesit ise gençliğe ayrılmış. “Hayır Demeden İtiraz” isimli bölüm, kitabın en somutlaşmış kısmı ve zihninizde kare mi, üçgen mi, daire mi olduğu belli kalıplara oturduğu hissi veriyor. Cümleleri, zorla zihninizdeki kalıplara sığdırmaya çalışmıyorsunuz. Kitaptaki bazı soru ve sorgular inancın bilindik kalıplarını zorlayıp, aforoz edici sınırlara ulaşırken, kimi sorular inancın muhaliflerini köpürtecek safhaya ulaşabiliyor. Kitabın “Öyle Miymiş?” kısmı, daha çok inanca yüksekten, küçümseyici, alaycı ve dışarıdan bakanlara yönelik bir sorgulama içinde geçiyor. Ve kitap, aynen bir insanın yaşı ilerledikçe dil becerilerinin de gelişmesi gibi, özellikle kelime dağarcığı açısından genişliyor ve elde bir sözlük olmadan okunmaz hale geliyor. Şule Gürbüz’ün bu kitabı, günüm boş geçmesin minvalinde okunacak bir kitap değil. Yıllık hedeflenen kitap sayısına erişmek için de okunması tavsiye edilmez. Artık okumadığı zaman kendisinde eksik hisseden, kelime dağarcığı gelişmiş, olgunlaşmış okurlara hitap eden bir eser. Bu okumamı, bir ön okuma olarak kabul edip, farklı bir zamanda bu kitapla yeniden temas etmeyi umuyorum.